MARTIN
HEIDEGGER
HÖLDERLİN
ŞİİRİ:
“DER
ISTER”
BİRİNCİ
BÖLÜM
IRMAKLARIN
MAHİYETİNİ ŞİİR OLARAK SÖYLEMEK-
ISTER
ŞİİRİ
Bu
takririn amacı Hölderlin'in Hymne diye adlandırılan bazı
şiirlerini işaret etmektir. “Hymne” başlığı yunanca
kaside,şarkı manasındaki ΰμνος un almanca karşılığıdır
ve bilhassa tanrılara hamd, kahramanları medh ve müsabakaların
galiplerini onurlandırmak için söylenir. ΰμνείν-şarkı
söylemek, övmek, methetmek, kutlamak ve takdis etmek ve böylelikle
bayramı hazırlamak. Böylelikle isimle fiilin dolaysızca
birleştiği şu deyime ulaştık. En güzel örneğini Sofokles'in
Antigone tragedyasındaki V. 806vd. ile başlayan sözlerde
buluyoruz:
“Bakın
bana, siz ata yerin insanları...”
ve
şöyle bitiyor:
“bayram
hazırlığında bile kutlamayacak beni hiçbir kutlama şarkısı”
Fakat
hangi manada ve ne hakla aşağıda zikredilecek olan Hölderlin
şiirlerinin “Hymne” diye adlandırıldığı şimdilik açıkta
bırakılmalıdır. Evvela bu şiire karşı dikkatli olmalıyız.
Dikkatli olursak ancak bazı şeyleri “belleyebiliriz”, yani
akılda tutarız belki bazı eşref anlarda “bellediklerimizi”,
yani bu şairin sözünde söylenmiş olabileceklerden
sezdiklerimizi.
Bu
takrir ancak seçtiği şiirlere dair notları bildirebilir. Bu
notlar da ancak katkı olabilir. Öyle ki bunların bazıları ya da
çoğu hatta tamamı sadece zorlamadır da şiir“de” yer
almıyordur. Bu durumda bu notlar şiirden alınmamış, ondan temin
edilmemiş olur. Bu notlar kat'i surette şiirin kelimenin gerçek
anlamıyla “yorumu” olarak adlandırılamaz. Bu notlar ancak
Hölderlin şiirinin hakikatinin ıskalanması tehlikesine karşı
bazı kıstaslar, dikkat için bazı işaretler, teemmül için
duraklar sağlar. Bu notlar şiir için sadece katkı
olduğundan şiirin kendisi evvela ve daima öncelikli ve el altında
olmalıdır.
Bu
takririn temelini oluşturan metinler Hölderlin şiirinin her
müstakbel işitilişinin müracaata mecbur olduğu baskıdan
alınmıştır. Bu baskı 1911 yılında Norbert von Hellingrath
tarafından hazırlanmış ve onun tarafından I, IV ve V. ciltler
halinde neşredilmiştir.
Norbert von Hellingrath 1916 yılının 28 Aralık'ında Verdun
önlerinde öldü. (Zinkernagel baskısı da yararlıdır.)
a)İster
şiiri
Takrir
Hölderlin'in kendisinin yayınlamadığı, yazıda ve taslakta
başlıksız bıraktığı bir 'Hymne'ye ilişkin notlarla başladı.
Bu şiire “Der Ister” (yani Tuna)
başlığını uygun gören Norbert von Hellingrath oldu.
Şiir
dört kıtadan oluşuyor. Dördüncüsü tamamlanmamış. Şiirin son
kıtası olup olmadığı belirsiz. Şiir şöyle(IV,220vd.):
DER
ISTER
şimdi
gel,ateş!
müştakız
biz
bakmaya
güne
ve
hani sınav
dizleri
yokladığında
sezilebilinir
orman çığlığı.
Bizim
fakat türkülediğimiz İndus'tan beri
uzaktan
geldik ve
Alpheus'tan,
çoktandır
mukadderi
arıyoruz,
olabilmez
kemersiz
hemen
birinin kavraması
düpedüz
ve
gelmesi öbür yakaya.
Burada
lakin dileğimiz inşadır.
Zira
ırmaklar ekilir kılar
toprağı.
Hani nebatat yetişince
ve
oraya gidince
yazın
su içmeye hayvanlar,
giderler
insanlar da oraya.
İster
derler ama bunun adına
güzeldir
ikameti. Yanar yaprakları kolonların
ve
harlanır. Vahşi dururlar
dikilip,
bir arada, üstte
ikinci
bir mikyas, sivrilir
kayalardan
çatı. Şaşırtmaz bundan
beni,
onun
Herkül'ü
konukluğa daveti,
parıldayıp
uzaktan, Olimpos'ta aşağıda,
orada
, gölge ararken kendine,
kızgın
Isthmos'tan geldi.
Zira
cesaretle dolu idiler
oracıkta
onlar, fakat gereklidir can sebebiyle
serinlemek
de. Bu yüzden çekildi
suyun
kaynağına buraya ve sarı kıyıya,
tüterek
yukarıda, ve kapkara
ladin
ormanlarıyla, ki derinlerinde
bir
avcı keyifle dolanır
öğleleri,
ve gelişmesi işitilir
İster'in
reçineli ağaçlarının.
Görünüşü
lakin adeta
geriye
doğru gidiyor ve
diyorum
ki, geldiği yer
doğu
tarafı olmalı.
Çok
şey var
söylenesi
hakkında. Ve neden bağlı
böyle
sımsıkı dağlara? Diğeri
Rhein
ise yana doğru
uzaklaştı.
Beyhude değildir gitmesi
susuzluğa
ırmakların. Fakat nasıl? Onlar herhalde
dile
doğru olmalılar. Bir işaret gerek buna
başka
değil, şöyle böyle, ki güneş
ve
ay taşınsın zihinde, bölünmez,
ve
geçip gider, gün ve gece de, ve
semaviler
ısınırlar birbirlerine.
Bundandır
olmaları onların
neşesi
en yücenin. Yoksa nasıl ederdi
nüzul?
Ve yeşil Hertha gibi,
çocuklarıdırlar
semanın. Ama ziyadesiyle sabırlı
göründü
bana, değil
hür,
ve neredeyse alay edercesine. Yani hani
başlaması
gerekir günün
gençlikte,
gelişmesinin
başladığı
yerde, bir başkası yürütür
üst
perdeden debdebeyi, ve güre gibi
gıcırdatır
gemi, ve uzaktan işitirler
ef'alini
rüzgarlar,
üzgündür
o;
fakat
sivrilik gerek kayaya
ve
saban izi yeryüzüne,
nahoş
olurdu, mühletsiz;
bunun
fakat neylediğini bu ırmağın,
bilmez
kimseler.
Şiir
bir ırmağı şiir olarak söylüyor. Irmaklar sulardandır. Böylesi
şiirlere dikkat edildiğinde düşünürüz, başka yerlerde ne
denmiş sular üstüne:
ata
ama
akmış
denizin üstüne
keskin
duyulu, ve hayret etmiş
kralın
altın başına
yahut
esrarına suların,
…
“Der
Adler”(IV,223)
b)
Bidayetin müzakeresi: “Şimdi gel, ateş!”
“Der
Ister” şiiri bir çağrı olarak başlıyor:
Şimdi
gel, ateş!
“bu”
ateş bir kendine çağırma manasında çağırılmıştır. Ve
fakat bu çağrı başına buyruk bir alıp getirme ve
emir(“iktibas”) de değildir. Çağrı hemen çağrılanı
çağırır, seslenme seslenilenin kıymetini tasdik eder. Oraya
gelmesi gereken, kendiliğinden gelir. Geleni gelmeye yollayan çağrı
değildir. “Ateş” kendiliğinden geliyor madem, daha niye
çağırılıyor? Çağrı gelmeye tesir etmiyor. Ama gelmekte olanı
bir şeye çağırıyor. Peki nedir bu kendisine çağırılan?
şimdi
gel,ateş!
müştakız
biz
bakmaya
güne,
.....
Çağıranlar,
gelmekte olan ateşe karşılayacaklarını söylüyorlar. Neden
söylüyorlar bunu? Ve kimdir bu çağıranlar? Şiirin yalnızca ilk
mısra'ından cevap bulamaz bu sorular. Fakat gene de kabul ediyoruz,
bu ilk sözlerle birlikte dikkate değer bir münasebetin açıldığını.
Peki nedir bu çağrılan “ateş”?
Gelmekte
olan ateş günü bakılabilir yapmalı. Ateş günü yükseltir,
onu başlatır. Eğer “gün” burada gün ise o vakit gündelik
olarak biliriz ki bu gelmesinde çağırılan ateş güneş olacak. O
her gün yükselir. Bu en gündelik hadise olmasaydı gün diye bir
şey olmazdı. Böylesine gelene, yükselegelen güneşe bir daha
“şimdi gel” çağrısı lüzumsuz ve batıl bir iş. Gelgelelim
bu “şimdi gel” daha fazlasını ihtiva ediyor. Çağrı şunu
söylüyor: Biz çağıranlar, hazırız. Ve böylesi bir seslenişte
bir şey daha saklıdır: Hazırız; zira gelmekte olan ateş
tarafından çağırıldık. Burada çağıranlar
çağırılanlardır,seslenilenlerdir, şu manada; işitmek ile
belirlendiklerinden ısmarlananlardır. Böylesi bir belirlenim ve
hazırlık içinde çağırılanlara vazifeliler denir. Hangi vazife
kasdediliyor? Aynı zaman dilimine ait Hölderlin şiirlerinden
birinin ilk kıtası şöyle:
Ganj'ın
kıyıları işittiler neşe tanrısının
zaferini,
mutlak fatih olarak İndus'tan beri
geldiğinde
genç Baküs, kutsal
şarabıyla
ki ayıltır halkları uykudan.
(IV,145)
burada
da, bu şiirdeki gibi “İndus'tan beri”yi buluyoruz; fakat burada
tam ters istikameti kasdedilirken. “Mukaddes Rahipler”inin
şairler olduğu “Şarap Tanrısı” Baküs anılıyor. Baküs'ün
mutlak fethi ve ayıltan gezisinden bahseden şiir (IV, 145 vd.)
“Şair vazifesi” başlığını taşıyor. Vazifeliler “şimdi
gel,ateş!” çağrısını yapıyor. Onların vazifesi şarkı yani
şiir. Çağıranlar burada kendilerinden bahsediyorlar V.7vd.:
Bizim
fakat türkülediğimiz İndus'tan beri
uzaktan
geldik...
yalnızca
bir vazifeye çağırılmış olanlar gerçekten çağırabilirler:
“Gel”. Ve bu çağırılan çağrı ancak sahih zarureti
barındırır. Bu çağrı körlemesine savrulmuş bir çığlıktan
namütenahi bir surette farklıdır. Fakat şurası da mutlak ki
seslendikleri ateş, eğer ki güneş ise, kendiliğinden değil
sadece, fakat fasılasız, durdurulamaz bir biçimde ve sınırlanamaz
bir surette günbegün gelir. Neden o halde bu “Şimdi
gel,ateş!”? “Şimdi”-sanki şimdiye kadar ateş ortalıkta
yoktu da uzun zamandır geceydi. “Şimdi”- adeta güneşin doğuşu
hadiselerin akışı içinde alışılmadık bir şey. Günlerin
akışı içinde ışığın yükselişi en azından bir günü
ötekinden ayıran hatta temayüz ettiren şeydir. Geceyle günün
akışı içinde güneşin doğuşu; tekrar edip duran, zaman
bakımından tehir etmekle birlikte hep türdeş kalan bir vakti, bir
“şimdi”yi, ki doğan günle birlikte unutulmaya ve kayıtsızlığa
düçar olmuştur, tasvir eder.
Şiirin
başında birden ortaya çıkıp her şeyi aydınlatan bir yıldız
gibi duruyor bu “şimdi”. Kelimenin müstesna bir vurgusu var:
“şimdi gel, ateş!”. Böylesine vurgulanmış bir “şimdi”
şiirin tamamına kendi mahsus ve biricik vurgusunu veriyor. Çağrı
hangi “şimdi”yi kastediyor? Ne zamandır yahut ne zamandı bu
“şimdi”? “Şimdi” vazifelilerin çağrısının zamanını
adlandırıyor, şairin bir vaktinin. Böylesi bir zaman şairin
şiirinde şiir olarak söylemekle vazifeli olduğunca belirlenir.
Fakat
nedir bu-şiir söylemek? Şiir söylemek nasıl bir zamanı
belirleyebilir, bir “şimdi”yi tefrik edebilir? “Şiir
söylemek”- latince dictare – yazıya dökmek, yazıya dökülmek
üzere dikte ettirmek. Daha önce hiç söylenmemiş bir şeyi
söylemek. Şairane söylenende özgü bir başlangıç yatar. O
halde şiirden neşet eden ve onu belirleyen bir zaman olacak-
şairane bir zaman. Onun “zaman noktaları” takvimce tespit
edilemez- “tarihlendirilemez”. Bir şiirin “teşkil” olunup
tamamlandığı zamanın yılını, gününü hatta saatini
verebiliriz. Ama şairane eylemin zaman dilimi hiçbir surette şiir
olarak söylenenin zaman dilimi olamaz. Bundan öte şairane zaman
keza şiirin ve şairin mahiyet biçimine nazaran her defasında
farklıdır. Zira her sahih şiir, şiir söylemenin mahiyetini hep
“yeni” olarak söyler. Hölderlin şiiri için bu bilhassa ve
biricik olarak böyledir. O'nun şiirinin “şimdi”si için
takvime göre bir tarih yoktur. Keza burada tarihlendirmeye de
ihtiyaç yoktur. Çünkü bu çağırılan ve kendisi de çağıran
“şimdi”nin kendisi asli bir manada tarihtir, yani- bir tevdi,
bir ihsan; vazife ile verilmiş.
Bu
“şimdi”yi burada çağıran şairler kendi keyiflerince yahut
düzenlerince seçmiş belirlemiş değildir. Bu “şimdi” onlara
kendi zamanları olarak takdir edilmiştir. Bu sebeple bu “şimdi”
tarihbilimsel olarak kavranılamaz, diyelim ki tarihin bilinen
hadiselerini belli tarihsel rakamlara bağlayıp şiirin bu
“şimdi”sini hesaplanabilir münasebetler içine koymak gibi.
Böylesi bir teşebbüsün neden batıl olacağını haliyle hemen
şimdi bilemeyiz. Bundan daha mühim olan, bir an önce bu “şimdi”
ve “zaman”ın adlandırılmasının nasıl dolaysızca Hölderlin
şiirlerinin “dil”ine ait olduğuna dikkat etmemiz gerektiğidir.
İlk
Hymne şiiri “wie wenn am Feiertage...”de şair şöyle söyler:
şimdi
ama gün doğuyor! Bekledim ve gördüm gelişini,
(IV,151)
Yine
“şimdi” ve yine günün gün oluşuyla ve yine bir gelişle
ilişkili olarak.
Şimdi
gel, ateş!
Bu
“şimdi”nin tefrik edilmesi, bu zaman sözcüğünde müstesna
bir şeyi işitmemizi ve şairane zamanın ve onun hakikatinin gizli
bereketini ummamızı gerektirir. Bu “şimdi gel” bir şimdiki
zamandan geleceğe hitap gibi görünüyor. Ve fakat ilkin çoktan
olmuş birşeye doğru konuşuyor. “Şimdi”- yani; birşeye
çoktan karar verildi. Ve tam bu, çoktan “tecelli” eden, tek
başına gelmekte olana dair tüm münasebetleri taşır. Bu “şimdi”
bir tecelliyi tesmiye eder. İlk mısrada bu “şimdi”nin
tesmiyesiyle şiirin ilk kıtası ve tüm bunlar başlar. Ve
müteakiben daha aynı ilk kıtada 15. mısrada “burada”nın
tesmiyesi yer alır.
Burada
lakin dileğimiz inşadır.
Bu
mısra mağrur ve kat'i olarak duruyor ilk kıtada. Nerede bu
“burada”? Nereden belirleniyor bu “nerede”? Hangi yer
adlandırılıyor?
Bizim fakat türkülediğimiz İndus'tan beri
uzaktan
geldik ve
Alpheus'tan,...
“İndus”
ve “Alpeus” ırmak ve nehir isimleridir. Bunların biri “hint”
ülkesine diğeri “yunan” ülkesine aittir. Irmaklardan beri
gelmişler çağıranlar. Nereye varmışlar peki? Bu yer, belirli
bir mevki olarak bu burada, henüz doğrudan söylenmemiş. Ama bu
“burada” dahi bir ırmak dolayımıyla belirleniyor:
Burada
lakin dileğimiz inşadır.
Zira
ırmaklar ekilir kılar
toprağı.
Uzaktan
gelenler ırmaklardan beri, bir ırmakta inşa edecekler. Bu vasıl
olanların hangi ırmakta ikamet edeceklerini ikinci kıtanın başı
söylüyor.
İster
derler ama bunun adına.
Romalılarda
“Ister” aşağı Tuna'nın adıydı ki onun yunanlılar sadece
alt kısmını bilirler ve Ιστρος
diye adlandırırlardı. Yukarı Tuna'nın adı Roma'da “Danubius”tu.
Fakat Hölderlin görüleceği üzere Tuna'nın üst kısmını
ırmağın aşağı kısmının grek-romen adıyla adlandırıyor;
adeta aşağı Tuna yukarıya ve kaynağına geri dönmüş gibi.
Demek
ki bu şiiri ilk yayınlayan, Norbert von Hellingrath, şiiri “Der
Ister” diye tesmiye etmekte haklıdır, eğer ki bu şiir rastgele
ve takdim mahiyetinde ırmakları ve Tuna'yı zikretmeyip bilhassa
ondan ve bir ırmak olarak söz ediyorsa. Durum gerçekten de
böyledir. Bu meşru başlık Hölderlin'in kendisinin bir diğer
şiirine verdiği isimle de uyum içindedir: “Der Rhein”. Bundan
öte bu ırmak da İster şiirinde bilhassa zikredilmiş ve rastgele
bir ırmak değil bilakis “Diğeri”- yani bu Tuna'nın diğeri
olarak. Tuna ve Ren Hymneleri sahih bir şiirsel münasebet içinde
bulunurlar. Dolayısıyla bu sonradan konmuş “Der Ister”
başlığını isabetli addetmeliyiz. Bundan başka Hölderlin de
başka bir şiirini “Tuna'nın kaynağında” diye adlandırmıştır.
2.
Irmakların mahiyetinin şiiri olarak Hymne-şiiri
Bu
takribi işaretlerle bile, Hölderlin'in Hymne şiirlerinde
ırmakların dile geldiği tebeyyün etti. Neden ve ne manada böyle
olduğu şimdilik karanlıktır. Bunu aydınlatacak ışığı
Hölderlin'in kendisinin ırmaklar hakkında söylediklerinden elde
etmeye çalışmalıyız. Evvela onun şiirinin bütününe dair
yüzeysel bilgiyle bile Hölderlin'in şiirinde ırmakları ve
nehirleri ve genel olarak suları severek dillendirdiğini
söyleyebiliriz. O'nun asıl Hymne döneminden önce yazılmış iki
şiirini biliyoruz: “Der Main”(III,54 vd.) ve “Der Nekar”(III,
59 vd.).
Fakat
Hymne dönemine ait diğer şiirlerde de , zahiren beklenmedik bir
biçimde, ırmaklar zikredilir. Elimize iki metni ulaşmış olan
“Stimme des Volkes” (IV, 139 vd. Ve 142 vd.) şiirinin ilk iki
kıtası şöyle:
sen
tanrının sesisin, böylece inandım,
mukaddes
gençliğimde; evet ve söylerim yine!
Bilgeliğimizi
dert etmeden
akarlar
ırmaklar yine de, ve bununla birlikte
kim
sevmez onları? Ve hep kıpırdatırlar
yüreğimi,
işitince uzaktan o yitenleri
o
sezgilileri, güzergahım etmez
fakat
kararlıca denize doğru acele.
Irmaklar
insanların bilgeliğini dert etmezler. Fakat bu asla bilgeliğe
yahut ruha muhalif olduklarından değil, bilakis kendi “ruh”ları
olduğundandır. Hölderlin “Irmak ruhu” (V, 272 vd.) hakkındaki
en güçlü teemmüllerinden birinde bundan söz eder. Yine bu yüzden
ırmaklar “sezgili” ve fakat “yiten” olarak iktibas ettiğimiz
şiirde adlandırılmıştır. Bu iki adlandırma da muammadır. Biri
ırmakların gelmekte olanla ve sezişi yakın olanla münasebetini
dillendirir. Diğeri ırmakların geçmişe gidişini söyler. Her
ikisi de geçmiş ve gelecek ile- yani zamansal olan ile gizli ve
yekpare bir münasebet içindedir. Yoksa ırmakların anılması ile
“şimdi” zaman sözcüğünün ırmak şiirlerinde tefrik
edilmesi birbiriyle alakalı mıdır? Zira Rhein şiirinde bile esas
ikinci kıta (IV, 172) “şimdi ama..” diye başlar. Irmakların
akışı basitçe “zaman içinde” cereyan etmez, sanki zaman
ırmaklara kayıtsız ve akışlarının harici çerçevesi imiş
gibi. Irmaklar zamanın içinde sezer ve yiterler, öyle ki
kendileri zamansal ve zamanın kendisidirler.
İster
şiirinin ilk ve keza Rhein şiirinin altıncı kıtasından
ırmakların insanın, sadece insanın değil ama, ikametgahını
bulduğu müstesna bir yer olduğunu öğreniyoruz. Tabii eğer
Ister bir ırmak şiiri ise ve başlığı muvafık ise, bu şiire
dair notlar da ırmağın şairane mahiyetine dikkat etmelidir.
Fakat,
harici ve dağınık bir surette Hölderlin'in farklı şiirlerindeki
“ırmak” ve “sular”a dair “yerleri” Hölderlin'in “ırmak”
ve “sular” derken neyi kastetmiş olabileceğine ilişkin bize
bir tasavvur imkanı sağlayabilirler diye bir araya toplayarak hata
ediyoruz. Tek ve kendine yeter bir ırmak şiiri gerekli bilgiyi
sağlayabilir. Ancak şiiri daha ilk tınlayışı itibariyle doğru
işitmek için bizi hatalı istikametten sakındırıp böylece
hepten yanlış işitmemizi engelleyecek kılavuzluğa ihtiyacımız
var. Bu sebeple ırmakların tesmiyesinin bize hitap ettiği sahayı
aramalıyız, zira ırmaklar ancak bu sahada sahih olurlar.
Tekrar
Takrir
Hölderlin'in Hymne denilen bir kaç şiirine ilişkin notlar
sunuyor. Yunanca ϋμνος
kelimesi tanrıları hamd, kahramanları medh ve müsabakaların
galiplerini onurlandırmak için söylenen şarkılar manasındadır.
“şarkı” ve kasidelerde esas olan sözdür. ύμνείν
hamd, medh, onurlandırma ve takdis manasındadır. Bu manadaki sözün
zemini kutlamadır: Bayramın sahih hazırlığı. ϋμνος
etkinlik için bir “vasıta”, kutlamanın “çerçevesi”
değil, bilakis kutlama ve bayramsal bu söyleyişte yatar. Burada
ϋμνος
ismiyle ΰμνείν fiilinin eşsiz bir birlikte birleştiği bir
sahih deyime geliyoruz: ϋμνος
ΰμνεί, bayram
şarkısı kutluyor. Sophokles'in Antigone tragedyası böyle
söylüyor(V.806 vd.):
“
gelin bayramının hazırlığında bile
kutlamayacak
beni bir bayram şarkısı.”