26 Eylül 2015 Cumartesi

CEHENNEM KANTOLARI KANTOXV



XV
Saccharescent, glükozun içinde,
Ham pamuktaki ağda
               Grasse’nin yağları gibi bir taaffünle,
O büyük kabuk bağlamış göt-deliği, sinek sıçarken,
Emperyalizm gurulduyor,
Nihai idrarlık, mezbelelik, kloaksız çiş torbası,
……r daha az gürültücü, ……Episcopus
               ……..sis,
Baş aşağıda, gömülmüş yalağa,
Titriyor bacaklar ve sivilceli,
               Göbek deliğinin altında ters asılmış büro tipi haya bağı
Kondomu siyah böcek dolu,
dövme işaretleri çevreliyor anüsü
ve bayan golfçüler sarmış etrafını.

Cesur vahşiler
               Doğruyor kendilerini bıçaklarla,
Korkak tahrikçileri vahşetin
…..n ve ........h yenmiş buğday bitlerince,
…….ll sanki şişkin bir fetüs,
               Yüz ayaklı canavar, USURA
Hürmetkarlar doldurmuş yalağı,
               Mekanın efendilerine reverans yapıp,
İzah ediyorlar faydalarını,
               Ve o laudatores temporis acti
b-kun eskiden daha koyu ve zengin olduğu iddiasındalar
ve Fabian’lar ağlaşıyor kokuşmuşluğun taşlaşmasına,
baklava dilimli bir gübrelik için
Muhafazakarlar laflamakta,
               Gecekondu-mahlukatına karşı tozluklarıyla mümtaz,
Ve bir büyük çember içinde sırt sıvazlayıcılar,
               Yetersiz ilgiden şikayetçiler,
Arayış neticesiz, eksik sıvazlamadan naşi karşı talep
Dava meraklısı,
Yeşil bir safra, ajans sahipleri, ….s
               Anonim
…….ffe, kırık
               Güllenin cam kapıya vurduğu gibi vurulmuş bir kafa,
Bir an için görünüyor,
               Düşüyor gövdeye, saralı,
Et nulla fidentia inter eos,
               Hepsi seğiren sırtlarıyla,
Kamalarla, şişe dipleriyle kolluyorlar
Gafil bir anı;

Bir taaffün, tıkılı burun deliklerine;
Altında birinin
               Hiçbir şeyin kımıldatamayacağı,
Seyyar dünya, edepsizliği tarayan bir gübre,
Teşebbüs halinde hata,
Sıkıntıdan doğan sıkıntı,
Britanya haftalık mecmuaları, ……….c’nin nüshaları,
Bir dizi ……nn,
Dedim ki, “bu ne?”
Rehberim de:
Bu cins bölünmeyle türer,
Bu dört milyonuncu tümör.
Bu bolge’da sıkıntılar biriktirilir,
Nihayetsiz cerahat pulları, kronik bir frenginin kabukları.

Deri-pulları, tekrarlar, aşınmalar,
Göt-kıllarının sonsuz yağmuru,
Döndükçe dünya, merkez
               Kat eder tüm bölümleri sırayla,
Devamlı bir popo-geğirtisi
               Dağıtır ürünlerini.
Andiamo!
               Battı birinin ayağı,
Çamurun dalaveresine kapıldı biri, tutamak yok,
Anafor gibi emiyor bataklık,
Dedi ki:
               Kapat ayak aralarını!
Ve gözlerim tutunmuş ufka,
               Yağ ile is karışmış;
Plotinus yine:
               Kapıya,
Gözünü aynada tut.
Şükrettik Medusa’ya,
               Kalkanla taşlaştırdı toprağı,
Aşağı doğru tutarak
Güzergahı sertleştirdi
Önümüzde santim santim,
Direnen malzemeyi,
Başlar kalkandan yükseldi,
Tıslayarak, gözler aşağıda.
Hırsla ziftlenen kurtçuklar,
               Yüz ancak yarı canlı,
Yılanların dilleri
Sıyırıyor yalağı
Sertleştiriyorlar turşuyu,
               İnce ızgara,
Kılıç ucunun yarı eninde.
               Bununla o gizli kötülüğün içinden,
Ha battı ha tutundu,
Asılıp o batmayan kalkana.
Unutuş,
               Unut süreyi,
Uyku, cılız bulantı.
               “Nişabur’da ya da Babil’de”
Diye duydum düşümde.
               Plotinus gitti,
Ve kalkan altımda bağlı, uyandım;
kapı mafsallarından salındı;
soluyup hasta bir köpek gibi, sersem,
alkali ve asit içinde yıkanmış.
Ηέλιον τʹ ʹΗέλιον
               Gün ışığıyla kör,
Şiş-göz, dinlenmiş,
Göz kapakları batıyor, karanlık şuursuz.
              
1-saccharescent: Carrol F. Terrel bununla ilgili izahat vermemekte ancak internetten ulaştığım bir izahatı buraya koymak istedim: “ Ezra Pound bunu bir kantosunda glükozun içindeki ebediyete işaret için kullanmıştı. Birinci Dünya Savaşı’ndan hemen sonra sakarin’in görece yaygın kullanıma başlandığı sıralarda yazılmıştı. Şeker kıtlığında sakarinin yapaylığı ve soyut glükoz kimyacılığı; işte Pound’un tasvir ettiği modern cehennem.”  (http://sixdegreesofsirthomas.blogspot.com.tr/2013/04/saccharescent.html)
2-Grasse: Fransa’da yağlardan sabun, parfüm ve benzeri ürünler üreten ve kötü kokan bir endüstrisi olan şehir.
3-……: Winston Churchill (RO).
4-USURA: Dante’nin İnferno’sunun XVII. girişindeki yüz ayaklı canavar Geryon’unun Pound versiyonu. Bu bölümün Pound tarafından tercümesi şöyle: “bakın şu keskin kuyruklu vahşi zebaniye… bakın şu bütün dünyayı aldatana… ve sahtekarın kirli görüntüsü geldi… kalan kısmı bir yılan bedeniydi” (SR,133).
              
5-laudatores temporis acti: Latin, “geçmiş günlerin hayranları” (Horace, Ars Poetica, 173; orjinali: laudator temporis acti).
6-Fabian’lar: Fabian topluluğu 1884’te İngiltere’de örgütlenmiş ve kademeli, evrimci bir değişimi savunup marxist devrime karşı bir sosyalist topluluk.
7-et nulla…eos: Latin, “ve aralarında hiç itimat yok”.
8-rehberim: Dante’nin cehennemde rehberi Virgil iken Pound cehennemi 1919-1920 Londra’sı için bir mecaz olarak kullandığından rehberi onu modern cehennemin karanlığından çıkaracak Pisagorcu veya neoplatoncu ışık filozofu Plotinus olur.
9-bolge:ital., cehennem çukurları, Dante’nin İnfernosundaki Malebolge, Pound’a göre sanat düşmanlarıyla tefecileri içerir.
10-Andiamo:İtal., haydi gidelim!
11-Plotinus:205-270, en önemli neoplatoncu ışık filozofu ve Enneads’ın müellifi ki Porphyry tarafından derlenip yayınlanmıştı A.D. 300. Enneads’ın(bu ismi almasının sebebi dokuzlu altı parçadan oluşmasıdır) muhtevası temelde Iamblichus’un çalışması ile benzerdir. Böylece “İamblichus’un ışığı”nın kaynağı olan Plotinus’un birini cehennem karanlığından kurtaracağının umulması uygun olur.
12-Medusa: toprağı harap eden kadınları dehşete düşüren, üç gorgonun en fenası. Bullfinch der ki: “bir zamanlar saçlarıyla övünen güzel bir dişiyken güzelliğiyle Minerva ile boy ölçüşmeye kalkışınca tanrıça onun saçlarının her birini yılana dönüştürdü ki kendisine bakan herkes taşa dönüşürdü.”(Mythology,116). Perseus Medusa'yı öldürmeye gönderildi. Minerva’nın verdiği kalkanı ayna olarak kullanan Perseus Medusa’ya doğrudan bakmadan başını kesip Minerva’ya verdi.”
13-Nişabur: Ömer Hayyam’ın doğduğu kent. Kabusumsu düşte şair Hayyam’ın dizelerini hatırlıyor: kase tatlı yada acı/hayat şarabı döküledurur/yaşam yaprakları düşer teker teker”
17- Ηέλιον: Grek, “Güneş, güneş.”


  Taşlıcalı Yahyâ Beğ’in Şehzâde Mustafa Mersiyesi Herhalde Erzurum’da iken aldım Ahmet Atilla Şentürk Bey’in Osmanlı Şiiri Antolojis...