AHMET HAŞİM'İN “GÖL SAATLERİ”
Ahmet
Haşim'in
“Göl
Saatleri”, artık
yabancısı
olduğumuz
bir
takvimin
1337
yılında,
Dergah
mecmuası'nca
neşredilmiş.
Abdülhak
Şinasi
Hisar
neşredilen
kitabın
dört
muhtelif
bâb'a
ayrıldığını
yazıyor:
“Göl
saatleri”, “Göl
kuşları”, “Serbest
Müstezad
Nazımları”
ve
“Muhtelif
Şiirler”. Bu bâbları
Yapı
Kredi
Yayınları'nın
“eleştirel
basım”ında
da
görüyoruz.
Haşim'in
“Seyreyledim
eşkâl-i
hayatı”
mısraıyla
pek
meşhur
“mukaddime”si başlatıyor
“Göl
Saatleri”
bâb'ını.
Ardından
“Öğle”, “Öğleden
Sonra”, “Akşam”, “Gece”, “Gece
Yarısı”
ve
nihayet
“Seher”. Bu altı
şiirin
“Yakup
Kadri'ye”
ithafıyla
“Göl
Saatleri”
adı
altında
ayrıca
neşredildiğini
“Eleştirel
Basım”dan
öğreniyoruz.
Pekâlâ
bu
bâb'ı
ayrı
bir
kitap
gibi
mütalaa
etmek
de
mümkün
demek
ki.
Belki
de
her
bir
şiiri
müstakil
bir
kitap
nazarıyla
okumak
en
münâsibidir.
Neşredildiği
takvim
yılınca
bize
uzak,
bize
ağır
ve
ağdalı
gelen,
artık
kullanmadığımız
kelimelerle
dolu
“Göl
Saatleri”
kitabının
adı
pek
sade
oysa.
Hem
“Göl”
hem
de
“Saatler”, hâlâ
ve
sıkça
kullandığımız
iki
kelime.
Göller
bakımından
fakir
bir
memleket
değil
yaşadığımız;
saatlerse
eskiye
nazaran
daha
hızlı
geçiyor
gibi.
Bu
pek
anlaşılır
iki
kelimeden
terkib
edilmiş
“Göl
Saatleri”
tamlaması
için
de
“pek
anlaşılır”
diyebilir
miyiz?
Neden
demeyecekmişiz?
Gölde
geçen
saatleri
işaret
etse
gerek.
İşte
içindeki
şiirlerin
adları
da
buna
işaret
etmiyor
mu?
“Öğle”, “Akşam”
vesaire.
Bugün
için
artık
daha
nâdir
vakitler
olsa
da
çoğu
insanın
göl
kenarında
geçirmiş
öğle,
öğleden
sonra,
akşam
ve
gece
saatleri
vardır.
Ahmet
Haşim
de
bir
şair
olarak
göl
kenarında
geçirdiği
saatleri
şâirane
bir
biçimde
yazıp
neşrettiyse
buna
şaşacak
değiliz.
Nitekim yayınlanan mülâkatlarından birinde bu şiirleri nasıl yazdığını
anlatıyor:
“İzmir’de bulunduğum sıralarda idi. Bazı yaz
akşamları, Halkapınar taraflarına giderdim. Orası birçok su birikintileri,
sazlarla dolu idi. Yavru kuşlar, gelir o sazların üzerine konar ötüşürlerdi. Bu
manzara üzerimde tesirini yapmağa başlamıştı. Her tenezzühte Göl Saatleri’nin
bir mısraını hayalimde yapmak suretiyle iki ay içinde manzumemi ikmal ettim”.
Demek
ki
bu
kitabı
okurken
âşinâsı
olduğumuz
zamanların
şâirane
bir
surette
tasvirini
bulacak
ve
zevkini
duyacağız,
şiir
zevkimiz
varsa
eğer.
Bir
zevk
meselesi
peşinde,
bin
türlü
zorluk
ve
sıkıntılar
içinde
Haşim'in
şiirler
yazması
ve
nihayet
“şairlerin
en
garibi”
olarak
ölmesi
ne
hazin
bir
hadisedir...
Sanatçıların zevkimizin tekâmülü için refahlarından fedakarlık
etmeleri,
diyelim
ki
gözümüzü
ay
çiçeklerinin
güzelliğiyle
şâd
etmek
uğruna
uğraşıp
didinip
en
sonunda
Van
Gogh'un
göğsüne
bir
mermi
sıkması
elîm
değil
midir?
Söylemek
istemesek
de
içten
içe
sanatçıların
bu
fedakârlıkları
bize
hamakat
derecesinde
“naive”
geliyor.
İşte
bazılarımız
Haşim'in
“Göl
Saatleri”
kitabındaki
gayretinin
en
nihayetinde
neye
müteallik
olduğunu
serdetmek
bâbında
şaire
“kurbağa
şairi”
deyiveriyor.
Sanatçının
bu
hali
bize
meşhur
Thales'in
göğe
bakarken
önündeki
taşı
görmeyip
tökezlemesini
hatırlatmıyor
mu?
Yine
de
bu
saf
adamları
sevmekten
geri
durmayarak
âlicenaplığımızı
gösteriyoruz. Böyle böyle, beşer ile insan arasındaki eşikte tutunduğumuz yere
iyice
yerleşiyoruz.
Sanatın
ve
sanat
eserinin
insan
zevkine
dönük
bir
yönü
olduğunu
söylemek
esas
itibariyle
yanılgı
değildir.
Ancak
sanatın
ve
sanat
eserinin
bunun
fevkindeki
hususiyetlerine
muttali
olmak
bahtiyarlığı
daha
az
sayıda
ve
seçkin
bir
insan
topluluğuna
mahsustur.
Bu
seçkin
topluluk
da
bu
sanat
meselesinin
bir
yönünü
oluşturur.
Yani
sanatkâr
ve
eseri
kadar, bu sanatkâra ve eserine rağbet edenler de, nasıl rağbet ettikleri de dâhil olmak üzere, bir sanat meselesinin içindedirler. Böylece
biz
de
şimdi
“Göl
Saatleri”
hadisesine
bir
sanat
hadisesi
olarak
dâhil
oluyoruz.
Şairin
kitaptaki
“Mukaddime”si yukarıda
da
belirtildiği
üzere
pek
meşhur
olduğundan
ve
sıkça
zikredildiğinden,
bu
tek
kıt'alık
şiir
üzerinde
durmak
istemiyoruz.
Şöhret
kazanmış
eserler
üzerine
fikir
beyanı
çoğu
zaman
gizli
bir
polemik
davetidir
ve
böyle
davetlere
icabet
için
hazır
kıt'a
bekleyenler
her
zaman
bulunur.
Bu
polemiklerin
aslında
mahzuru
sınırlıdır
ve
faydalı
olduğu
da
söylenebilir.
Fakat
umduğumuz
böyle
bir
fayda
değildir;
bu
sebeple
bir
sonraki
şiire
nazar
edeceğiz.
Ancak
daha
önce
kitabın
adı
üzerinde
biraz
daha
düşünmek
istiyoruz.
“Göl
Saatleri”
ismi
ile
kasdedilen
nedir?
Bunlar
yukarıda
söylendiği
gibi
göl
kenarında
geçirilen
vakitler
midir?
Evvela
“saat”in vakte
dair
olduğu,
bir
zaman
dilimini
işaret
ettiği
hepimizin
malumudur.
Bir
saat
altmış
dakikadan
oluşur.
Bir
gün
yirmi
dört
saatten
oluşur.
Demek
ki
saatin
ne
olduğunu
biliyoruz.
O
halde
“Göl
Saatleri”
kaç
dakikadan
oluşur?
Yahut
“Göl
Saatleri”
dakikalar
gibi
ittifak
edip
bir
“Deniz
Saati”
mi
oluştururlar?
Bu
cümlelerin
zırva
olduğunu
seziyoruz.
Belli
ki
“Göl
Saatleri”
bölünüp
birleştirilen
saatlerden
değil.
Fakat
bu
saatlerin
zamana
dair
olduğunu
yine
de
söyleyebiliriz.
Bunlar
“Öğle”, “Öğleden
Sonra”, “Akşam”, “Gece”, “Gece
Yarısı”
ve
nihayet
“Seher”den
oluşan
saatler.
Zamanın
ne
olduğu
meselesi
müşkildir;
saatin
zamana
dair
olduğunu
söylemek
açıklayıcı
görünür,
hâlbuki
zamana
dair
olmayan
ne
vardır?
Fakat
her
halükarda
“Göl
Saatleri”
insana
dairdir.
İnsanın
“eşref
saati”
vardır.
Bunlar
nâdir
saatlerdir.
Bir
de
“vakti kerahet”
tesmiye olunan saatler vardır. Belki de saati eşref saat yapan eşref insandır. Yahut eşref saat insanı eşref yapar. Saatin eşrefini gözetmek şerefli insanın itiyadı olsa gerek. Eşref saatindeki insanın hali sair vakitlerden faiktır. Demek ki saat bir de insanın haline dairdir. Belki de “Göl Saatleri” de insanın haline dairdir. “Göl Saatleri” de eşref saatler midir? Eşrefi olduğuna göre artık saat için sadece vakit ölçüsü diyemeyiz. Belki artık insanın da ölçüsüdür diyebiliriz. Belki
de
henüz
bunu
diyecek
noktaya
gelmedik.
Çünkü
eserin
etrafında
dolanıp
duruyor,
bir
türlü
sadede
gelemiyoruz.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder