4 Ocak 2014 Cumartesi

Ahmet Haşim'in "Göl Saatleri"

AHMET HAŞİM'İNGÖL SAATLERİ

Ahmet Haşim'in “Göl Saatleri”, artık yabancısı olduğumuz bir takvimin 1337 yılında, Dergah mecmuası'nca neşredilmiş. Abdülhak Şinasi Hisar neşredilen kitabın dört muhtelif bâb'a ayrıldığını yazıyor: “Göl saatleri”, “Göl kuşları”, “Serbest Müstezad Nazımları” ve “Muhtelif Şiirler”. Bu bâbları Yapı Kredi Yayınları'nın “eleştirel basım”ında da görüyoruz. Haşim'in “Seyreyledim eşkâl-i hayatı” mısraıyla pek meşhur “mukaddime”si başlatıyor “Göl Saatleri” bâb'ını. Ardından “Öğle”, “Öğleden Sonra”, “Akşam”, “Gece”, “Gece Yarısı” ve nihayet “Seher”. Bu altı şiirin “Yakup Kadri'ye” ithafıyla “Göl Saatleri” adı altında ayrıca neşredildiğini “Eleştirel Basım”dan öğreniyoruz. Pekâlâ bu bâb'ı ayrı bir kitap gibi mütalaa etmek de mümkün demek ki. Belki de her bir şiiri müstakil bir kitap nazarıyla okumak en münâsibidir.
Neşredildiği takvim yılınca bize uzak, bize ağır ve ağdalı gelen, artık kullanmadığımız kelimelerle dolu “Göl Saatleri” kitabının adı pek sade oysa. Hem “Göl” hem de “Saatler”, hâlâ ve sıkça kullandığımız iki kelime. Göller bakımından fakir bir memleket değil yaşadığımız; saatlerse eskiye nazaran daha hızlı geçiyor gibi. Bu pek anlaşılır iki kelimeden terkib edilmiş “Göl Saatleri” tamlaması için de “pek anlaşılır” diyebilir miyiz? Neden demeyecekmişiz? Gölde geçen saatleri işaret etse gerek. İşte içindeki şiirlerin adları da buna işaret etmiyor mu? “Öğle”, “Akşam” vesaire. Bugün için artık daha nâdir vakitler olsa da çoğu insanın göl kenarında geçirmiş öğle, öğleden sonra, akşam ve gece saatleri vardır. Ahmet Haşim de bir şair olarak göl kenarında geçirdiği saatleri şâirane bir biçimde yazıp neşrettiyse buna şaşacak değiliz. Nitekim yayınlanan mülâkatlarından birinde bu şiirleri nasıl yazdığını anlatıyor:
İzmir’de bulunduğum sıralarda idi. Bazı yaz akşamları, Halkapınar taraflarına giderdim. Orası birçok su birikintileri, sazlarla dolu idi. Yavru kuşlar, gelir o sazların üzerine konar ötüşürlerdi. Bu manzara üzerimde tesirini yapmağa başlamıştı. Her tenezzühte Göl Saatleri’nin bir mısraını hayalimde yapmak suretiyle iki ay içinde manzumemi ikmal ettim”.  
Demek ki bu kitabı okurken âşinâsı olduğumuz zamanların şâirane bir surette tasvirini bulacak ve zevkini duyacağız, şiir zevkimiz varsa eğer.
Bir zevk meselesi peşinde, bin türlü zorluk ve sıkıntılar içinde Haşim'in şiirler yazması ve nihayet “şairlerin en garibi” olarak ölmesi ne hazin bir hadisedir... Sanatçıların zevkimizin tekâmülü için refahlarından fedakarlık etmeleri, diyelim ki gözümüzü ay çiçeklerinin güzelliğiyle şâd etmek uğruna uğraşıp didinip en sonunda Van Gogh'un göğsüne bir mermi sıkması elîm değil midir? Söylemek istemesek de içten içe sanatçıların bu fedakârlıkları bize hamakat derecesinde “naive” geliyor. İşte bazılarımız Haşim'in “Göl Saatleri” kitabındaki gayretinin en nihayetinde neye müteallik olduğunu serdetmek bâbında şaire “kurbağa şairi” deyiveriyor. Sanatçının bu hali bize meşhur Thales'in göğe bakarken önündeki taşı görmeyip tökezlemesini hatırlatmıyor mu? Yine de bu saf adamları sevmekten geri durmayarak âlicenaplığımızı gösteriyoruz.  Böyle böyle, beşer ile insan arasındaki eşikte tutunduğumuz yere iyice yerleşiyoruz.
Sanatın ve sanat eserinin insan zevkine dönük bir yönü olduğunu söylemek esas itibariyle yanılgı değildir. Ancak sanatın ve sanat eserinin bunun fevkindeki hususiyetlerine muttali olmak bahtiyarlığı daha az sayıda ve seçkin bir insan topluluğuna mahsustur. Bu seçkin topluluk da bu sanat meselesinin bir yönünü oluşturur. Yani sanatkâr ve eseri kadar,  bu sanatkâra ve eserine rağbet edenler de, nasıl rağbet ettikleri de dâhil olmak üzere, bir sanat meselesinin içindedirler. Böylece biz de şimdi “Göl Saatleri” hadisesine bir sanat hadisesi olarak dâhil oluyoruz.
Şairin kitaptaki “Mukaddime”si yukarıda da belirtildiği üzere pek meşhur olduğundan ve sıkça zikredildiğinden, bu tek kıt'alık şiir üzerinde durmak istemiyoruz. Şöhret kazanmış eserler üzerine fikir beyanı çoğu zaman gizli bir polemik davetidir ve böyle davetlere icabet için hazır kıt'a bekleyenler her zaman bulunur. Bu polemiklerin aslında mahzuru sınırlıdır ve faydalı olduğu da söylenebilir. Fakat umduğumuz böyle bir fayda değildir; bu sebeple bir sonraki şiire nazar edeceğiz. Ancak daha önce kitabın adı üzerinde biraz daha düşünmek istiyoruz.
“Göl Saatleri” ismi ile kasdedilen nedir? Bunlar yukarıda söylendiği gibi göl kenarında geçirilen vakitler midir? Evvela “saat”in vakte dair olduğu, bir zaman dilimini işaret ettiği hepimizin malumudur. Bir saat altmış dakikadan oluşur. Bir gün yirmi dört saatten oluşur. Demek ki saatin ne olduğunu biliyoruz. O halde “Göl Saatleri” kaç dakikadan oluşur? Yahut “Göl Saatleri” dakikalar gibi ittifak edip bir “Deniz Saati” mi oluştururlar? Bu cümlelerin zırva olduğunu seziyoruz. Belli ki “Göl Saatleri” bölünüp birleştirilen saatlerden değil. Fakat bu saatlerin zamana dair olduğunu yine de söyleyebiliriz. Bunlar “Öğle”, “Öğleden Sonra”, “Akşam”, “Gece”, “Gece Yarısı” ve nihayet “Seher”den oluşan saatler. Zamanın ne olduğu meselesi müşkildir; saatin zamana dair olduğunu söylemek açıklayıcı görünür, hâlbuki zamana dair olmayan ne vardır? Fakat her halükarda “Göl Saatleri” insana dairdir.

İnsanın “eşref saati” vardır. Bunlar nâdir saatlerdir. Bir de “vakti kerahet” tesmiye olunan saatler vardır. Belki de saati eşref saat yapan eşref insandır. Yahut eşref saat insanı eşref yapar. Saatin eşrefini gözetmek şerefli insanın itiyadı olsa gerek. Eşref saatindeki insanın hali sair vakitlerden faiktır. Demek ki saat bir de insanın haline dairdir. Belki de “Göl Saatleri” de insanın haline dairdir. “Göl Saatleri” de eşref saatler midir? Eşrefi olduğuna göre artık saat için sadece vakit ölçüsü diyemeyiz. Belki artık insanın da ölçüsüdür diyebiliriz. Belki de henüz bunu diyecek noktaya gelmedik. Çünkü eserin etrafında dolanıp duruyor, bir türlü sadede gelemiyoruz.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

  Taşlıcalı Yahyâ Beğ’in Şehzâde Mustafa Mersiyesi Herhalde Erzurum’da iken aldım Ahmet Atilla Şentürk Bey’in Osmanlı Şiiri Antolojis...