11 Aralık 2020 Cuma

 https://www.devletialiyyei.com/upload/galeri/s/taslicali-yahya-1.jpg

Taşlıcalı Yahyâ Beğ’in Şehzâde Mustafa Mersiyesi


Herhalde Erzurum’da iken aldım Ahmet Atilla Şentürk Bey’in Osmanlı Şiiri Antolojisi kitabını. Doğrusu kitaptan aklımda kalan şimdi Tacizade Cafer Çelebi’nin ıydiyye tabir olunan şiiri ile müellifin şiirdeki nükteleri günümüz okuyucusuna teşhirindeki (ve teşrihindeki) yetkinliği. Fakat bilahare aldığım Osmanlı Şiiri Kılavuzu doğrusu Ahmet Atilla Şentürk Bey’in sahasına hakimiyeti hususunda her halde her ehli insafı ikna eder. Kitabın adını Osmanlı Şiiri koyması hakkında bazı izahatlarını ben doğrusu tereddütle karşılıyorum; çünkü bu isim sanki Osmanlılardan evveli yokmuş gibi bir kanaat uyandırıyor, ama şimdi mesele edinmek istediğim, etrafında ve üstünde düşünmeye çalıştığım ve çağırdığım husus bu değil.

Müşarun ileyhin “Taşlıcalı Yahyâ Beğ’in Şehzâde Mustafa Mersiyesi Yahut Kanunî Hicviyesi” isimli kitabı dört defa neşrolunmuş; son ikisi- ki elimdeki son neşri- Büyüyen Ay Yayınevi tarafından neşr edilmiş. Kitap elime geçince bitiremeden duramadım, enfes bir kitap. İlk neşri 1998 yılı olan kitabı nasıl bu güne kadar okumamışım, hayıflanıyorum. Halbuki üniversitenin ikinci sınıfındaydım o sene. Belki okudum ama o zamanki müktesebatım bu incelikleri anlamaya imkan vermediğinden hatırımdan çıktı, bilemiyorum. Fakat şu adını zikrettiğim kitaplar, bize divan şiiri hakkında anlatılagelenlerin ancak köpüğün koca okyanusa nispeti mesabesinde olduğunu gösteriyor.

Kitabı okuyunca bu son derece zengin, harikulade; türlü inceliklerle, zekâ ile, bilgi ile dopdolu şiirin aslında nasıl da güncel, taptaze olduğunun da farkına vardım ki hayranlığımı daha da arttırdı. Böylesi her çağa hitâb edebilen eserlere eskilerin “muhalled” sıfatını yakıştırmaları nasıl da münâsip düşüyor. Böylesi eserlerden istifade bitmez; biz şimdi bu lalezardan ne devşirdik, bu pınardan ne kadar içtik bir bakalım.

Ölünün arkasından ağıt yakmak kadim bir gelenek malum. Hatta İslam Ansiklopedisinin mersiye maddesinin dediğine göre ilk şiir de Kabil’in Habil’i katli sebebiyle Adem aleyhisselamın söylediği mersiye imiş. Bu kadar geriye giden ve neredeyse tüm kültürlerde ortak olan bir işte Taşlıcalı Yahyâ Beğ’in mersiyesinin ne hususiyeti olabilir? Arap ve Acem divanları, bâhusus türk şairlerin divanları da mersiyelerle doludur. Hele bizim müfredatımızda(benim maruz bırakıldığım diyelim) meşhur olan Baki’nin Kanuni mersiyesidir. Şimdi bu ikisi, Kanuni Sultan Süleyman ile şair Bâkî Efendi Taşlıcalı Yahyâ Beğ’in çağdaşları olan isimler. Kaldı ki Muhibbî mahlasıyla şiir yazan Sultan da şair. Muhlisî mahlasıyla yazan Şehzade Mustafa da şair.

Doğrusu kitapta Baki’nin ismi geçmekle birlikte bu yazıyı yazana kadar hususen O’nun hakkında bir şey düşünmüş değildim ama şimdi aslında burada bir meselenin iki tarafı olduğunu görüyorum. Kitapta da denildiği üzere Baki’nin Şehzade Mustafa’nın katline dair ağzını açıp bir kelam ettiği mervi değil. Fakat sefayla geçirmiş ömrünü, bir eziyete sıkıntıya düçar olduğu yok; Şeyhülislam olmak hevesinde olan ama nail olamadan ölen biri. Ama gene de makam mevki sahibi olarak yaşayıp öldüğünü görüyoruz. İslam Ansiklopedisinde “Bakî” maddesinin müellifi, Mekke kadılığı yapmış bir adamın bir na’tı bile olmaz mı? diye şaşırıyor. Öte yanda artık saraya yaklaşmış, muhtemelen yüksek mevkilere gelmesi muhtemel olan Taşlıcalı Yahyâ Beğ, sade bu istikbâli değil, tatlı canı da tehlikeye atıp bir cinayete isyan ediyor. Ve son derece güçlü düşmanlar edinip ömrünü sıkıntılar içinde tamamlıyor. Güçlü düşman lafı da havada kalmasın: Kanuni Sultan Süleyman, karısı ve Osmanlı tarihinin meşhur fendbazlarından Hürrem Sultan ile Sadrazam Rüstem Paşa. Kitaptan iktibas edelim: “Yahyâ Beğ de saraya yaklaşmaya başladığı ve yıllar boyunca hasretle beklediği itibarı tam görmeye hazırlandığı bir sırada şehzâdenin uğradığı haksızlık karşısına susamamış, hem padişah hem de kendisine Eyüp, Orhan Gazi, Bolayır, Kaplıca ve Beyazıt tevliyetlerini veren Rüstem Paşa aleyhine öyle bir eser ortaya koymuştur ki; hayatını tehlikeye atma ve bütün ömrü boyunca sıkıntısını çekme pahasına , şehzâde için gözyaşı döken binlerce insanın hislerine tercüman olmayı, ikbal içinde yaşamaya tercih etmiştir.”

Karacaoğlan “Er isen erliğin meydana getir/Kadir Mevlam noksanımı sen Yetir” demiş. Erliğin hakkını böyle verecek er gibi erleri görünce kişi erliğinden utanır. Kitaptan öğrendiğimiz bir başka husus ta şu: Eğer merhum Yahyâ Beğ bu mersiyeyi yazmasa iktidarın hışmından korkan vak’anüvisler bu cinayeti belki bir cümleyle geçiştirecek ve bu cinayet sonraki nesillerce bilinmeyecekti. Yahyâ Beğ’in bu mersiyesi hadiseyi hem zabt etmiş hem de kendisine özenen başkalarınca da benzer eserler ortaya konmuştur. Mesela Sâmî mahlaslı şair:


Bu firâk odına döyer nice yanmaz cigerün

Bu eger erlik ise ancak ola bu hünerün

Pâdişehsin tutalum yok mı Hüdâdan hazerün

Mustafâ n’oldı kanı n’eyledün a pâdişehüm”


mısralarıyla oldukça ağır sözler söylüyor padişaha. Hele şunlara nazar buyurun:


Sen Muhibbî olasın sende muhabbet bu mıdur

Mustafâ gibi ciger-gûşene şefkat bu mıdur

Kavl-i düşman sana kâr itti meveddet bu mıdur

Yok yire kan idesin ya’ni hilâfet bu mıdur

Mustafâ n’oldı kanı n’eyledün a pâdişehüm


Yine kadın şairlerden Nisayi erliğin illâ ki bir uzuv meselesi olmadığını gösterircesine ağzını önce Hürrem’e sonra fetvayı veren müftiye açıp sayıyor:


Bir Urus câdûsınun sözin kulağına koyup

Mekr ü âle aldanuban ol ‘acûzeye uyup

Bag-ı ’ömrün hâsılı ol serv’i âzâda kıyup

Bî-terahhum şâh-ı ‘âlem n’itti Sultân Mustafâ


Şâh’ı ‘âlemsin velî halk tuttı senden nefreti

Kimsenün kalmadı hergiz sana meyl-i şefkati

Ba’is olan müftîye de irmesün Hak rahmeti

Merhametsüz şâh-ı ‘âlem n’itti Sultân Mustafâ

Bu yazılanların nasıl bir gözükaralık olduğunu anlamak isteyen bu memlekette kendi eliyle sosyal medya hesabından istifa ettiğini beyan eden bir devletlünün bu istifasının şu iletişim devri olduğu söylenen zamanda bir tam gün haberinin yapılamadığını hatırlasın. Devr-i dilârâ-yı Cumhuriyetteyiz; ne asılma ne boynun vurulması tehlikesi var. Kıyas edin bu mersiyeleri yazanların neyi göze aldığına.

Rüstem Paşa Yahyâ Beğ’in kellesini vurdurtmak istemiş tabii. Yazarın söylediğine göre Kanuni’nin kendisinin de şair olması hasebiyle buna müsaade etmemiş. Fakat Merhum hayatı boyunca Rüstem Paşa’nın eziyeti altında sıkıntı içinde yaşamış. Kaldı ki Taşlıcalı Yahya Beğ kılıcının hakkı olan asker bir şâir, yeniçeri; sarayın bahşişiyle geçinen bir şair olmamasına rağmen sıkıntılardan kurtulamamış. Rüstem Paşa ölene dek geçim sıkıntısı çekmiş. Tabii arkasından bir hicviye döşenerek Paşa’nın ölüm haberinin kendisini nasıl endişelendirdiğini şöyle nükte etmiş:

Haber-i mevti melûl itti beni hayli zemân

Korkar idüm ki bu şâdî haberi ola yalan

Buraya kadar sözü uzatmamın sebebi kitabı okumanın lüzumuna kâfi mikdarda işaret edebilmek içindi. Kitabı okuyanlar bu şairlerin evvela zekâlarına hayran kalacaklar zannediyorum. Bu dehâların aldıkları tahsil ve sahibi oldukları kültür iklimi gerçekten parmak ısırtacak vüs’atte. Şehzâde’nin katline “Mekr-i Rüstem” diye tarih düşürmek, oradan Zâloğlu Rüstem’e gönderme yapmak, Padişahı medhederken zemmetmek ve bunları bu şiir dünyasının prensiplerine sadık kalarak başarmak gerçekten bu dehaların büyüklüğünü gösteriyor. Tabii bizim türk elifbasından mahrumiyetimizin bedelinin ağırlığını da.

  Taşlıcalı Yahyâ Beğ’in Şehzâde Mustafa Mersiyesi Herhalde Erzurum’da iken aldım Ahmet Atilla Şentürk Bey’in Osmanlı Şiiri Antolojis...